20. yüzyılın, genetik biliminde yarattığı devrimler sayesinde insanoğlunun gen haritasının sırrı büyük bir ölçüde çözüldü. Tabii bu esnada insanların yanı sıra bir çok canlının da genetik kodları bilim adamları tarafından gün ışığına çıkarıldı. Bu buluşlar arasında belki de en heyecan verici olanı tarım ürünlerinin genetik yapılarının çözümlenmesiydi. Çünkü ilerde bunun sayesinde dünyadaki açlığı engellemek adına bir adım atılabilirdi. Bu yönde olumlu çalışmalar devam ederken, başka bir yönde olumsuz gelişmeler yaşanmaya başlandı. Zira genetik kodlarıyla oynanmış tarım ürünleri bulundukları topraklarda ürün çeşitliliğini tehdit ediyordu. Bu yüzden eşsiz* (unique) tarım çeşitliliği sergileyen topraklarda, genetik olarak işlenmiş ürünlerin ekimi sınırlandırıldı. Amaç çeşitliliği muhafaza etmek ve farklı ürünlerin genetik olarak kirlenmesini* (contamination) engellemekti. Bu hedef doğrultusunda 2000 yılında Birleşmiş Milletler Biosafety (Biogüvenlik) Protokolü imzalandı.
Protokolün imzalanmasından bir sene sonra yani Eylül 2001 yılında Greenpeace tarafından ortaya ilginç bir iddia atıldı. Buna göre Mısır bitkisinin anavatanı Meksika’nın Oaxaca eyaletindeki tarlalarda bu protokole aykırı olarak genetik kirlilik tespit edilmişti. Bu bölgenin topraklarının özelliği ise dünyanın başka bölgelerinde yetişmeyen yirmi iki farklı çeşit mısıra evsahipliği yapmasıydı. Hazırlanan rapora göre genetik kirlilik neticesinde buradaki mısır çeşitliliğinin geleceği tehlike altındaydı. Çünkü genleriyle oynanmış bitkiler etraflarındaki doğal ürünlere de bulaşarak onların genetik yapılarını bozuyordu.
İşte bu güncel konu hakkında Meksika Greenpeace’in Başkanı Raul Benet şöyle diyor: “Dünya mısır bitkisinin eşsiz çeşitliliğinden mahrum kalma tehlikesi altında. Çünkü Meksika dünyadaki farklı mısır tohumlarının başkenti konumunda. Dolayısıyla bütün dünyayı böyle bir riskten kurtarmak Meksika’nın sorumluluğu altındadır.” Sorumluluk Meksika’da olmasına rağmen aslında genleriyle oynanmış mısırların ithal edildiği bir ülke dikkati çekiyor: ABD. Dünyadaki fabrikasyon tarım ürünlerinin en çok üretildiği ve tüketildiği ülke olan ABD, bu tip ürünlerin ihracatından da büyük Pazar payı elde etmekte. Söz konusu olayda mısır çeşitliliğini tehdit eden Bt (Bacillus thuringiensis) geni de ABD tarafından geliştiriliyor.
Eylül 2001 yılında Greenpeace tarafından böyle iddia ortaya atıldıktan sonra Kasım ayının sonunda doğru Berkeley Üniversitesi bu konu hakkındaki bir araştırmasını “The Nature” dergisinde yayınladı. Araştırmaya göre Meksika’nın zengin mısır kaynakları transgenik DNA tarafından kirlenmişti. “The Nature”’a konuşan, çalışmanın başındaki bilim adamı Dr. Ignacio Chapela durumu şöyle özetliyordu: “Şu an karşı karşıya bulunduğumuz sonuçlar gerçekten çok ciddi ve endişe verici, genetik kirliliğin yayılması bu hızda devam ettiği takdirde ilerde mısır çeşitliliğinden söz edemeyebiliriz.”
Greenpeace araştırmasının destekler nitelikteki bu sonuçlar, 1998 yılında bölgede genetik moratoryum ilan etmiş Meksika devletini alarma geçirdi ve konu hakkında bir soruşturma açıldı. Ancak Chapela’ya göre bu kirlilik moratoryumdan önce başlamış olabilirdi ve bu durumda yapılması gereken tek şey gerekli önlemlerin alınmasıydı. Ayrıca yaklaşık bin yıllık bir tarım bölgesinin geleceğinin tehlike altında olması, bölgedeki çiftçilerin olaya daha ciddi eğilmesine neden oldu.
Chapela’nın araştırmasının yayınlamasından sonra konuyla ilgili çok ilginç gelişmeler oldu. Bir süre sonra başka dergilerde bu iddiayı çürüten çalışmalar ve genetik kirliliği inkar eden araştırmalar ortaya çıkmaya başladı. 2002 yılına gelindiğinde Chapela’ya karşı tavır almış bir çok bilim adamı vardı. Hatta “The Nature” dergisinin editörü Chapela’nın makalesini yayınlamanın bir hata olduğunu çünkü konu hakkında yeterli kanıt bulunmadığı demecini verdi. Ancak bu karşı hareketin arkasında ABD’nin desteklediği “genleriyle oynanmış tarım” ticareti yapan uluslararası şirketlerin olduğu iddiası kamuoyunda yayılıyordu. Hatta Chapela bir röportajında, yaptıkları araştırmanın büyük şirketler tarafından bir “kan davası” mevzusu haline getirildiğinden yakınıyordu. Bunun yanında genetik bilimine derinden bağlı ve genetik tarımı destekleyen bilim adamları da Meksika’da gösterilmeye çalışan tarzda bir tehlikenin varolmadığını savunuyorlardı.
Bu tartışmalar üzerine Oaxaca eyaletindeki çalışmalarına hız veren Meksika hükümeti 2002 yılının ortalarına doğru araştırmalarının sonuçlarını kamuoyuna açıkladı. Yapılan deneylerin sonunda bölgedeki çiftliklerde yüzde 35’e varan genetik kirlenme tespit edilmişti, bu rakam biologlar tarafından tarihin en büyük genetik kirlenmesi olarak nitelendiriliyordu. Meksika devletinin bu açıklamasından sonra “The Nature” dergisi editörü şöyle konuşuyordu: “Chapela’nın araştırması diğer bilim adamlarının deneyleri tarafından bir şekilde konfirme edilmeliydi, ortaya çıkan sonuç Chapela’yı destekler nitelikteyse, o zaman öyledir.”
Görüldüğü üzere apaçık ortada olan bir kirlilik belli bir süre boyunca bilim adamları ve ABD yetkilileri tarafından ört bas edilmeye çalışılmıştır. Ancak yapılan tetkikler neticesinde ciddi boyutlarda bir kirlilik, salgın başladığı ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine ABD tarafından başvurulan en son mazeret ise transgenik DNA bulunan tohumların bir yanlışlık sonucu Meksika tarlalarına ekildiğidir. Bir ABD tarım bakanlığı yetkilisine göre: “Genleriyle oynanmış mısır ürünleri ülkemiz tarafından üretilmesine rağmen BM protokolüne her zaman bağlı kalmış bir ülke olarak Meksika’daki kontamine mısır ürünlerinin bir hata neticesiyle orada bulunduğuna inanıyoruz.”
Ancak son sözü Meksikalı çiftçi Salgado’ya bırakmakta yarar var: “kontaminasyon tek problem değildir, buradaki asıl sorun bizim kimliğimize ve kökenlerimize yapılan saldırıdır. Bu topraklarda bin yıla yakındır mısır tarımı yapılıyor ve buradaki zenginliği dünyanın hiçbir bölgesinde bulamazsınız. Tabii bu büyük şirketlerin umurunda bile değil, bize sattıkları ilaçlarda bulunan hormonlar yüzünden şu anda eşsiz mısırlarımız tehlike altındadır.”
Kısaca genetik teknolojisi ileride belki de insanlığa en çok yarar sağlayacak bilim dallarından biri, ancak faydası büyük olan şeylerin potansiyel tehlikeleri de göz ardı edilmemelidir.
Thursday, January 29, 2009
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment