TELEVİZYON ÜZERİNE
Bourdieu bu kitabında medya ve televizyona değinmiştir. Kitap, bütün modern toplumlardaki medya organlarının eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyasal düzen için en büyük tehlike haline getiren mekanizmayı, bu mekanizmanın oluşumunu ve etkilerini gözler önüne sermektedir.
Ülkemizdeki medya da, batılı ülkelerin koyduğu kural ve standartlara göre oynayan tekelleşmiş bir medyadır. Tekelleşmiş medyanın eş adı “tehlikedir”. Çünkü, aydın insanı az olduğu halde yol göstericisi çok olan bir ülkede kültürü işgal altına almıştır. Bu medya bilimin objektif alanını yok sayıp, onu kamudan soyutlayabilmektedir. Gene aynı medya, siyasetin kirli alanıyla işbirliği ve suç ortaklığı yaparak, bunları ülkenin gündemi haline getirebilmektedir.
Gazeteciler ve çağrılan konuşmacılar üzerinde görünmez sansürler vardır. Bu sansür siyasal baskıdır. Bu denetim sonucunda, (siyasi denetimcilerin hizaya gelmesi beklenirken) insanlarda bir oto-sansür refleksi başlar. Gazeteci görevini gereği gibi değil, sansüre göre yapar.
Baskının bir çeşidi de ekonomik sansürdür. Gazetecilik, bir yönden reklam verenlerle, gazeteciye destek veren devletin istediği şekilde yapılır. Diğer bir yönü ile de arkasında büyük sermaye olan televizyonlara devlet her şeyi yaptıramamaktadır.
Televizyonlarda simgesel şiddetin zararlı bir biçimde uygulanmasına yol açan mekanizmalar vardır. Sansasyonel görüntüler (kan,cinsellik,dram ve suç ) en basit ve en çok tutan mekanizmadır. Gözbağcı televizyoncular izleyicilerin dikkatini çekebilecek olayları toplarlar. Bu ilke, mekanizmanın gizlenerek işlemesini sağlar. Ayrıca televizyonda zaman çok önemlidir. Bu önemsiz şeylere çok zaman harcandığı için haber önemliymiş gibi görünür.
Haberci, bir olayda her şeyi değil, sadece görülmesi gerekenleri görür. Görünmesi gerekenleri sunar. Sunarken olayı senaryolaştırıp dramatize edebilir; veya alt yazı kullanarak dikkati istenen odağa çekebilir . Bunun adı göstererek gizlemedir.
Habercinin mücadelesi sıradan olayı sıra dışı biçimde sunmaktır. Arabesk olayları allayıp pullayarak sıra dışı hale getirmek ve olayı ilk olarak sunmak çok önemlidir.
Şöyle ki 1968 Mayısında liseliler grevinde televizyon, tam olarak ne söyleyeceğini bile bilemeyen acemi bir gruba başarı kazandırmıştır. Senaryolaştırma ve ayıklama tekniği kullanan televizyoncular suni bir gerçeklik kazandırmıştır.
Medya dünyasında bir rekabet vardır. Ancak bu rekabet üretime yönelik bir rekabet değildir. Medyanın derdi farklı haber üretmek değil, kendi içindeki ticari rekabeti kazanmaktır. Medya üzerindeki baskıların ortak olması, böyle bir kısır döngüye sebep olmaktadır. Bu zincirin kırılması, medyacıların makul çıkışlar yapmalarıyla ve birbirlerini okumalarıyla mümkündür .
Medya kurumunda etkili unsurlardan birisi de reyting-izlenme oranıdır. Bu unsur yayın evlerine ve bilime de girmiştir. daha önceleri izlenme oranına bağlı olarak edinilmiş başarılar parayla kazanılmış ve popüler olmanın bir işareti sayılırdı. Zamanımızda bu pazar meşrulaştırılmıştır.
Habercilik kurumunun oyunlarından birisi de “gerçekten sahte ya da sahte gerçek” tartışmalardır.
Ekranda, karşıt iki partiyi, takımı vs, temsil edipte kıran kırana tartışan iki insan, gerçekte çok iyi dost olabilirler. Bu danışıklı dövüş senaryosu gerçekten sahte bir tartışma olabilir.
Sahtece gerçek tartışmalarda ise ağırlıklı rol sunucuya düşer. Tartışmaya veya konuşmaya çağrılanlar oyunu, sunucunun çizdiği sınırlara göre oynamak durumundadır. Mesela söz hakkının paylaşımı, sunucunun insiyatifi altındaysa tartışma yönlendirilmiş olur. Ayrıca sunucunun jest ve mimikleri, söz söyleme tarzı tartışmanın senaryosunu inşa eder. Bu durumda tartışmayı kazanması gereken değil, senaryo gereği kazanması gereken kazanır.
Diğer bir oyun ise katılımcıların önceden belirlenip hazırlandığı durumdur. Tartışmanın akışı tartışmacılara göre değil, güdümlenmiş katılımcıların fikir ve soruları doğrultusunda şekillenir ve biter.
Son olarak da setin düzeni çok önemlidir. Katılımcıların ve tartışmacıların yerlerinin belli bir düzene göre ayarlanması sahte bir demokratik ortam oluşturarak göz boyar.
60’lı yıllarda televizyon için sosyologlar “kitle iletişim aracı olarak kitleselleştireceğini” söylediler. Televizyonun; bütün izleyicilerini aynı seviyeye getireceklerini belirttiler.
Gazetecilik dünyasında, görünen ve görünmeyen güçlere karşı mücadele edenlerle, bunlarla mücadele edenler arasında bir gerilim vardır.
Medya dünyasında meydana gelen olaylar rekabet durumları, pazar payları, reklam alımlar, kolektif sermaye vb, etkenlere bağlı olarak yapılabilir. Bu etkenler okuyucu ve izleyici için görünmezlik niteliği taşır.
1950’li yıllarda televizyon, Meydanın içinde hemen hemen hiç yoktu. Siyasi güç ve devlete olan bağımlılık televizyon çalışanlarını ezmişti. Aradan geçen yılların sonunda özellikle gel-geç haberciler yüzünden gazetecilik kan kaybetti. Televizyon yükselişe geçti. Ekonomik açıdan büyük gazeteler ise bundan etkilenmedi.
Televizyonun gazeteye göre en büyük avantajı bir olayı aynı anda daha fazla kitleye ulaştırabilir olmasıdır.
Ayrıca gazeteler yaygınlığını ne kadar çok artırırlarsa, problem oluşturmayan sansasyonel haberlere o oranda yer vermek zorunda kalırlardı. Bu durum gazetelerin siyaset dışı kalmalarına, sıradanlaşmalarına dolayısıyla televizyon karşısında ezilmelerine sebep olur.
Televizyon, insanları yakından ilgilendiren maddi ve simgesel devrimlerle ilgilenmek yerine, özellikle 90’lı yıllarda “Talk-Show” türü yaşam kesitlerinin hiç saklısız teşhiri için ham ürünle sunmayı hedef almıştır. Bu da televizyonun durdurulmasını engellemiştir.
Televizyon hiç kuşkusuz gazeteye göre büyük durumdadır. Nitekim TV eki vermeyen gazete yoktur. Ayrıca bir gazetecinin paye kazanabilmesi, televizyonda bir programda boy göstermesine bağlıdır. Gazete-Televizyon bağlantısı, bağımsızlığına şüphe düşürmektedir.
Ayrıca bir konunun (çok önemli olsa bile) odaksal hale gelmesi gazetede yazılmasıyla değil televizyonda ele alınmasıyla mümkün olabiliyor. Bu durum, yazılı basını tehdit ettiği gibi televizyonun kötü eğilimini gazetelere aşılayabilmektedir. İzlenme oranı kaygısı, gazetecilerin gerçek bir tavır koymalarına engel olmaktadır.
Medya çeşitli alanlarda baskı politikasını sürdürmektedir. Kültürel üretimde, edebiyatta, bilimde ve hatta siyasette, belirleyici, ayarlayıcı rolünü üstlenmişlerdir. Nitekim, “son on yılın bilançosunu çıkarmak”, “yükselmekte olanları” ve “inişe geçenleri” belirlemek gibi işleri görev edinmişlerdir. Ayrıca best-sellers list türü sıralamalarla neyin okunacağına, dinleneceğine, izleneceğine karar verme yetkisini kendilerine vermişlerdir.
Öyle ki tarih, antropoloji, biyoloji ve fizik gibi bağımsız disipline sahip bilimlerde dahi kazanılan saygınlık, medyanın hakemliğine bağlıdır.
Siyasal alanda da baskıcılık tutumuyla zaman zaman başarılı olan medya Güney Fransa’da bir cinayet olayında körük vazifesi görerek yerel siyasetçileri harekete geçirmiş ve müebbet hapis cezası çıkmasını sağlamıştır. Amaç adaleti sağlamak değil, siyasileri ve halkı ayaklandırmaktı.
Televizyonun bilime olan müdahalesi tartışılmazdır. Öyle ki medyatik olan kişi hak etmese dahi felsefe, sosyoloji vs. alanında “yüce” olabilir. Bu bilime girme hakkının ucuzlatılmasıdır. Bilimde söz sahibi olma standardının yükseltilmesi, ve televizyonlara çıkıp sunmanın da bir iyileştirme eşliğinde güçlendirilmesi gerekmektedir.
Medya olimpiyat oyunlarında da etkilidir. Aynı spor dalıyla uğraşan farklı milliyetten iki sporcuyu çalıştırma görevini başarıyla yerine getirmektedir.
Ayrıca olimpiyat oyunlarının televizyonda en çok izlenen zaman diliminde gerçekleşmesi bir tesadüf değildir.
Siyaset, büyük bir kitle için sıkıcı bir konudur. İzlenme zaman diliminin dışında olmalıdır. Siyaset yerine, siyasiler arasındaki sürtüşmelerin, ilişki ve sırların mahremiyetinin ihtiva ettiği bir televizyon, izlenme oranı kaygısına su serper. Televizyonun bu zihniyeti nasıl bir siyaset anlayışına sahip olduğunu ortaya döküyor.
KAYNAKLAR:
• Pierre Bourdieu, Televizyon Üzerine
• http://www.chez.com/bibelec/publications/com/bourdieu_tv.html
• http://www.geocities.com/Politica2003/bourdieu.htm
• www. Antoloji.com
Thursday, January 29, 2009
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment