Thursday, January 29, 2009

Kasım 2002 - Medyada Tekelleşme Üzerine

Medyadaki Tekelleşme
Medyada tekelleşme, batı dünyasında ilk olarak ikinci dünya savaşı öncesinde ciddi olarak Amerika’da bir sorun olarak karşımıza çıkmıştır. 1920’li yıllarda yaşanan büyük depresyon ve onu izleyen yıllarda Amerika’da değişen ekonomik dengeler, para odaklarının azalmasına ancak ayakta kalabilenlerinin de güçlenmesine neden olmuştur. Güçlenen kapital sahipleri de genel olarak, yeni keşfettikleri medya etkinliğini kullanarak bundan çıkar ve prestij sağlamaya çalışmıştır. Tekelleşme yasaları medya organlarını da kapsar hale geldikten sonra yavaş yavaş bu tarz sorunlar kısmen ortadan kalkmıştır. Aslında bu sürecin en mükemmel anlatıldığı kaynak, sinema tarihinin en önemli filmlerinden biri olan Yurttaş Kane’dir. Orson Welles’in ilk filmi, Amerika’daki basın imparatoru Charles Foster Kane’in hayatından bir kesit vermektedir. Kane aslında kurgusal bir karakter olmasına rağmen o zamanki medya devi Hearst’e atıfta bulunmaktadır. Filmde de görüldüğü üzere müthiş bir etkinlik kazanan Kane, en sonunda politik olaylara dahi müdahele edebilecek vaziyete gelmektedir. Hikaye bize dördüncü kuvvet kavramını en çarpıcı yanıyla yansıtmakla beraber ilerisi için bir uyarı niteliği de taşımaktadır. Tamamen gerçek bir olaydan alınmış olması da kurgusal bir temele dayanmadığını gösterir.
Ancak ikinci dünya savasından sonra büyük bir kalkınma ve hukuki değişim sürecine giren batı toplumları 1980’lerin başına kadar bu tarz tekelleşmeleri engelleyebilmiştir. Neticede 1980’lerde yapılan büyük teknolojik atılım ve ilerleyen iletişim teknolojileri sayesinde çok uluslu medya imparatorlukları ortaya çıkmıştır ve bilgiye hükmetmeye başlamışlardır. Dünya, belli başlı olayları kısıtlı sayıdaki haber ajanslarından ve TV şebekelerinden öğrenmeye başlamıştır. Rekabet edilemeyecek düzeyde büyüyen bu odaklar, ikinci ve daha tehlikeli bir tekelleşme dalgası getirmiştir. Batı yanlısı habercilik ve medya anlayışı bütün dünyayı etkisi altına alarak üçüncü dünya ülkelerindeki haber transferine dahi el koymuştur. Örnek vermek gerekirse; ajanslar çerçevesinde Reuters ve Associated Press veya Agence France Press bu kategoriye girmektedir. Televizyon şebekelerine bakıldığı takdirde CNN bunun en çarpıcı örneği olarak göze çarpmaktadır.
Bu noktada Afrika ülkelerinde yapılan bazı araştırmaların sonuçlarından yararlanmakta fayda var. Nijerya’da ortaya çıkan alternatif bir gazeteci grubu, Nijerya’nın Liberya’yı işgal ettiği zamanlarda halkın bu olayları yukarda bahsedilen ajanslardan veya kanallardan takip ettiğini gözlemlemiştir. Yani iki ülke arasında haber unsuru teşkil edecek olaylar, üçüncü bir odak olan batı dünyası tarafından kaleme alınmaktadır. Bu da tabii Nijerya ve benzeri ülkeler için fikir özgürlüğü veya bilgi alışverişini kısıtlamaktadır. Belki batı ülkeleri kendi iç sistemlerinde tekelleşmeyi önleyebilmektedirler, ama gelişen teknolojiler bu medya gruplarını üçüncü dünyada tekelleşmeye doğru itmektedir ve gayriresmi bir batı konsorsiyumu oluşmaktadır. İşte bu yüzden en son Afganistan olaylarında El Cezire televizyonunun varlığı olaylara bambaşka açılardan bakabilme olanağını getirmiştir.
Gelecekte ekonomik güç ve teknolojik imkanlar dahilinde yeni medya gruplarının oluşması muhtemeldir. Tabii batı dünyası haricinde böyle bir olanağı elinde tutabilecek küçük ülkeler oluşmassa, varolan sistematik uzun bir süre daha devam ederek, tek yanlı habercilik bir gelenek haline gelebilir.
Birden çok gazete ve dergi sahipliğinin yanında, TV patronluğunun da aynı kişide veya grupta birleşmesi, karşı durulamaz bir güç meydana çıkarmaktadır. Üstelik bu güç, basın ahlak ilkelerini hiçe sayan bir anlayışla birleştiğinde gerçekten tehlikeli olmaktadır. Böylece, bir bürokrat veya siyasetçi, bir medya grubunun herhangi talebini geri çevirirse, kendisi aleyhine açılabilecek kampanyaları düşünmezlik edemez noktaya gelmektedir.
İlkeden sapmış medyanın, bir kampanya başlatmak için gerçek bilgiye ihtiyaç duymadığı; bazen dedikodularla, bazen hiçbir dayanak olmadan suçlamalar yöneltebildiği bilinmektedir. İşte böylesine ilkesiz bir güç, her kademedeki insan için dikkat edilmesi gereken bir konum kazanmaktadır. Bu ise demokratik sistemin işleyişini zora sokmaktadır.
Kısaca "basın ahlak kuralları" denilen "medya etiği"nden sapma, sorunun yarısını oluştururken, medyanın kontrol edilemez bir güç haline gelmese de diğer yarısını ortaya koymaktadır. Medya, güç sıralamasında birinci sıraya geldiği gibi, etik değerlerden yoksun bir güç olarak da sistemin kirlenmesine yol açmaktadır.
Böylesi bir olgu, kişilerin arkasına bir medya grubunu alarak her türlü uygunsuzluğu yapabileceği, ama buna karşılık dürüst olanın bir talebi yerine getirmediği için hırsızlıkla veya ahlaksızlıkla suçlanabileceği bir ortam doğurmaktadır. Bu ise bir ülkede, devletin işleyişi bakımından tam bir kaos demektir.
İşte yukarıda belirttiğim çerceve dahilinde düşünerek Gani Gönüllü’nün aşağıdaki yazısına biz göz atmakta yarar var:
Batı ülkelerinin bir çoğunda, aynı anda hem gazete hem de TV sahibi olunması önlenmektedir. Buradan maksat birden çok medya organının ortaya çıkardığı büyük gücün sistem üzerindeki olumsuz etkisidir. Medyanın gücünü sınırlama ihtiyacı, özellikle demokratik ülkelerde çok daha önem kazanmaktadır. Çünkü, demokratik sistem kamuoyuna duyarlılığa endeksli bir sistemdir. Kamuoyunu istediği gibi yönlendirebilen bir güç, halkın yararına olanı yine halkın belirlemesi esasına dayalı olan bu sistemde, kendi menfaatini halkın menfaati gibi sunarak kamuoyu oluşturabilir.
Türkiye’de maalesef medyada bir tekelleşme sözkonusudur. Medyadaki büyük gruplar, bazen kendi aralarında gizli anlaşmalar yaparak “kartel” de oluşturabilmektedirler. Bu ise, medya organlarının %80’ine varan bir oranda tek merkezden yönlendirilebilmesi ihtimalini doğurmaktadır ki, demokratik sistem bakımından bu durum son derecede mahzurludur.
Aynı medya grubunun farklı yayın organlarında değişik siyasi çizgiler mevcut olduğundan, ilk bakışta medyada gerekli çoğulculuğun var olduğu görülüyor. Medya sahipleri ile alakasız konularda hoş görülen bu çoğulculuk ve çok seslilik, patronla veya onun ticari ilişkileri ve beklentileri ile ilgili konularda yerini bazen suskunluğa, bazen de tek sesli yayına bırakmaktadır.

BERLUSCONI OLAYI
Avrupa Birliği içinde, çoğulculuk ve haberleşme özgürlüğüne yönelik yeni tehditler, Birlik’in başlıca ülkelerinde ya ortaya çıkmış ya da ciddiyet kazanmıştır. İtalya’da, yeni başbakan Silvio Berlusconi, ülkedeki görsel-işitsel medya organlarının ve özel olanlar kadar kamusal olanlarının da büyük kısmını denetimi altında tutmaktadır, bu demokratik bir ülkede şimdiye kadar rastlanmadık bir durumdur. Berlusconi sahip oldugu Fininvest yayın grubuyla 1990’ların basından itibaren medyada büyük güç kazanmıştır ve Anti-tröst yasasının çıkmasının gecikmesiyle büyük bir zincire sahip olabilmiştir, bu da tabii kendisine başbakanlığa giden yolu açmıştır.
HAYATI
İtalyan multi-girişimci berlusconi 80'li yıllarda milyarları bulan servetiyle medya imparatorluğuna yükseldi. Forza Italia adlı siyasal hareketin şefi berlusconi, 1994'te ülkesinin başbakanlığına getirildi.
Milanolu bir banka memurunun oğlu olan berlusconi, liseyi bitirdikten sonra doğduğu kentte hukuk okudu. Kısa bir süre Milano'da bir inşaat şirketinde çalıştıktan sonra, 24 yaşına geldiğinde Holding Cantieri Riunti Milanesi adı altında kendi inşaat firmasını kurdu.
berlusconi 60'li yılların ortasında Milano'da büyük çapta uydu siteler için yapı plânları geliştirerek, Kuzey İtalya'nın bu metropolünde gerekli kentleşmeye katılabilmek için elinden geleni yaptı. Kurduğu mahalle ile umduğu parasal başarıyı elde etti. Bunun ardından 70'li yıllarda öncelikle prestijini artıran kongre ve alışveriş merkezleri inşa etti.
Berlusconi’nin gizli tutkusu medya sektörüne yönelikti. Kendisi tarafindan tasarlanan bir uydukent için, bizzat kendisi tarafindan yayını yapılan yerel bir kablolu televizyon pogramı tesis ettikten sonra, 70'li yılların ortasında bazı televizyon kanallarına ortak oldu. İlk özel girişimci olarak ülke çapında bir program sunmaya yönelik hedefini, İtalyan yasaları bu alanda kamusal/hukuksal bir tekel öngördükleri için, gerçekleştiremedi. berlusconi kendi Kanal 5'i aracılığıyla, yerel kanal sahipleriyle birer sözleşme imzalayarak, hepsinin aynı anda kendisinin öngördüğü programı yayınlamalarını sağlamakla, bu kuralı çiğnemenin yolunu buldu. Medya yasasının bu şekilde çiğnenen fikrası kısa bir süre sonra kaldırıldı.
TV zincirini kârlı bir iş haline getirmesini bilen becerikli reklam stratejisi uzmanı berlusconi, izleyen zamanda başka televizyon istasyonları satın aldı (1983: Italia Uno; 1984: Rete Quattro) ve bunları 1982'de kurduğu Fininvest SpA Holding altında birleştirdi. Bu şekilde İtalya piyasasına hakim özel televizyoncu olma pozisyonuna erişen berlusconi, 80'li yılların ortasında uluslararası alana yayılarak önce İspanya, Fransa, Almanya (Tele 5) ve Kanada'da televizyon kanallarına ortak oldu.
berlusconi bunların dışında kuruluşunu çeşitli branşlara yöneltti. Film şirketlerine yatırım yaparak kendi film dağıtım şirketini kurdu. İtalyan büyük mağazacılık ve emlak piyasasına el attı. İtalyan futbol kulübü AC Milano'yu devralarak onu izleyen yıllarda Avrupa'nın en etkili kulübü haline getirdi. 1989'dan sonra giderek basın medyası alanına yayıldı. Ülkesinin başta gelen yayınevlerinden biri olan Mondadon'den hisse alarak, ardından yaptığı sert tartışmalar sonucu yayınevinin bazı bölümlerinin denetimini garanti altına aldı.
Berlusconi’nin holdingi 90'lı yılların başında 12-13 milyar DM tutarında bir ciroya erişmekle birlikte yaklaşık 4 milyar DM'lık taahhütleri (borçları) (1993) da bulunmaktaydı. Bu medya devinin giderek büyümekte olan gücünden korkan hükümet, 1990'da yeni bir medya yasası çıkarttı. Bunun üzerine beş çocuk babası (iki evliliğinden) berlusconi 11 Giornale adlı bölgelerarası gazetedeki hisselerini, üç televizyon kanalının da sahibi olduğu için, satmak zorunda kaldı.
İmparatorluğunda yeni bir yapılanmaya giden berlusconi, 1993 sonunda Fininvest'in yayınevi sektörünü borsaya sokan Franco Tato'yu yönetici olarak görevlendirdi. 1993 ortalarında politikaya atılan berlusconi, holdinginin yöneticiliğini çok güvendiği yakını Fedele Ctinfalönieri ye devretti. Forza Italia adlı hareketi kurarak ülkesinin siyasetini yenilemeyi ve diğer partilerin buhranları ve rüşvetçiliği yüzünden bezgin bir hale gelmiş olan yurttaşları parlamento seçimlerinde kendi partisi için kazanmayı umdu. Onu eleştirenler iş menfaatlerini politik mevkilerle karıştırmasından korktular.
Umberto Bossi idaresindeki ulusal sağcı Lega Nord ile birlikte çalışması da, şiddetli protestolara yol açtı. Forza Italia, berlusconi’nin medyadaki gücü sayesinde, 1994'te parlamento seçimlerinden en kuvvetli politik güç olarak çıktı. berlusconi dört neo-faşist bakanın da bulunduğu bir koalisyon hükümetinin başbakanlığına getirildi.
Rüşvetçilik sanıklarının tutuklanmamasını öngören bir kararname çıkarttıysa da yükselen protestolardan sonra kararname taslağını geri çekmek zorunda kaldı. Kaldı ki erkek kardeşi ve holding ortağı Paulo da rüşvetçilik şüphesi üzerine tutuklanmıştı. 1994 yılının Aralık ayında hükümetin başı olan berlusconi hakkında da bir hazırlık soruşturması açıldı. Koalisyon aynı ay içinde bozulunca berlusconi istifa etti. Ancak 90’ların sonunda oluşturduğu Forza İtalya partisi ile tekrar seçimlere giren Berlusconi, başbakanlık koltuguna oturmayı başardı.

No comments: